4 Şubat 2010 Perşembe

AŞK: PAKİZE SUDA

Aşk, karşıdakini bulunmaz Hint kumaşı zannetmekle aslında hıyarın teki olduğunu anlamak arasında yaşananların toplamıdır. Aşk deyip de geçmeyin. Bunun "olumsuzu" var, "yasak" olanı var, "onursuz"u var, "düzeyli"si var, "büyük“ü var, "gizli"si var, "sırılsıklam“ı var, "körkütük“ü var, “delicesine” olanı var, "büyüleyici"si var. Kendinizi yoklayın, illa ki bunlardan birine uyuyordur aşkınız. Yok hiçbirine uymuyorsa “şahsiyetsiz" bir aşkınız var demektir.
Aşık olanlara dikkat edin, derin derin düşünürler. Sanki "3. Dünya Savaşı'nı başlatalım mı?" diye sorulmuştur bunlara. Tarihi bir karar verecekler ya... Gözlerini sabit bir noktaya dikip öyle düşünür dururlar. Varsan baksan "Bir saat oldu hala neden aramadı" gibi bir şey geçiyordur o anda akıllarından.

"Aşk" denen illetin başımıza tebelleş olması Leyla ile Mecnun'un kaleme alınmasına denk düşer. Leyla'yı Mecnun'a yar etmediler. Diyeceğim şu ki: Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin ve öteki ikililer, önlerine set çekilecek yerde, Çırağan Sarayı'nda havai fişekli birer düğünle baş göz edilselerdi, büyük aşk diye bir şey kalmamış olacaktı, biz de "Beni yeterince sevmiyorsun" tutturmasıyla dünyayı karşımızdakine dar etmeyecektik. Adem ile Havva'nın aşkından söz edildiğini duydunuz mu hiç? Ben duymadım. Neden mi? Göz göze gelmeleriyle yekvücut olmaları bir oldu da ondan! Demek ki neymiş: kavuşamazsan aşk olurmuş!