21 Şubat 2013 Perşembe

İŞTE YAŞAMAK BU... Ataol Behramoğlu


Eğer Tanrı, bir an için benim bir dolma kağıt bebek olduğumu unutup, bana biraz daha ömür verse idi: Büyük bir ihtimalle tüm düşündüklerimi söylemezdim; ama tüm söylediklerimi düşünürdüm.
Daha az uyur, daha çok rüya görürdüm. Çünkü gözümüzü ne zaman bir dakika kapatsak, ışığı altmış saniye kaybederiz. Başkaları geri dururken, ben yürürdüm. Diğerleri uyurken, ben uyanık kalırdım. Başkaları konuşurken, ben dinlerdim.



Eğer Tanrı bana biraz daha ömür verseydi: Eğer bir yüreğim varsa, nefretimi buz üstüne yazar ve güneşin çıkmasını beklerdim. Dikenlerinin acısını hissetmek için gülleri gözyaşlarımla sulardım, taç yapraklarını kızılca öperdim.

Tek günümü, sevdiklerime onları ne kadar sevdiğimi söylemeden geçirmezdim. Her kadını ve erkeği benim favorim olduklarına inandırırdım. Aşkın içinde aşkla yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu gösterirdim. Aksine aşık olmayı bıraktıklarında yaşlanacaklarını gösterirdim.

Bir çocuğa kanatlar verirdim. Ama uçmayı kendi başına öğrenmesi için onu rahat bırakırdım. Yaşlılara ölümün yaşlanmakla değil, yaşamayı unutmakla geldiğini öğretirdim.

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi. Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten. Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği.

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını. Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara.

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır. Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.  
                                   
 
(Ataol Behramoğlu'ndan kısaltarak aldığım bu muhteşem yazıyı keşke uygulayabilseydik. Ama hep bu tip gerçekler ne yazık ki, iş işten geçtikten sonra anlaşılabiliyor: aynı hasta olmadan sağlığımızın değerini anlayamadığımız gibi.) E.Ç.