17 Mayıs 2010 Pazartesi

Meğer ''susmak'' insanın içiyle konuşmasıymış: Kahraman Tazeoğlu

Biliyor musun; umarsız bir yıkımdı gidişin. Liman boyu uzanan iç kanamalı bir suskunluktu bizden geriye kalan.
Oysa bilmeliydin; bütün bir hayatı ürpererek yaşama cesaretiydi aşk. Ve yola çıkıldığında göze alınmalıydı aşkın adressizliği.
Sen bir tepeden masal gibi geldiğinde gözlerime, ben kendi masalımı terk edip, gözlerine benzeyen bir deniz seçmiştim kendime. Bana aşkı öğretmiş sen yorgun, terli bir tepede; bırak isyanım tam olsun yüreğimin sessizliğindeki kıyamete. Bilirim sen kendince bir hayatı onarmaya düşkünsün. Onarmak içinse gidişin; sen önce seni affet. Bazen seni affedebiliyor muydun, beni ağladığında?
Meğer ''susmak'' insanın içiyle konuşmasıymış..
Bir romanı bitirmiş gibiydi sustuğunda. Bende sustum onunla. En iyi yaptığımdı susmak. Uzun bir sessizliğin sonrasında "susuşlarımızda sen benim susuzluğumu dindirecek yağmurunu bulamadığını sandın, ben senin yağmurunu yağdıracak o bulutunu. Oysaki yağmur bulutta saklıydı, bulutta yağmurda. 
Neden geçmişin muhasebesini yapmaya başlamıştık bilmiyorum. Son sözlerin iyice içime oturdu.
Bana bir kere susma hakkı verseydin, sana neler söylemeyecektim! Oysa sen hep payına susmaları aldın, bana ise hep sessizliğin ezeceği vakitlerle savaşmalar kaldı. Evet! Susmak birilerini hep konuşmaya mahkum etmekti. Ve en çok konuşan en fazla hata yapandı her zaman. En çok susanın hep haklı kaldığı gibi. Sessizlikten korkan birine sessizlik dayatmak (hem de bir lütuf, bir armağan gibi) işlenen en haklı suçtu. Sen tüm suskunlukları kimseye bırakmayacak kadar bencil, herkesi suskunluğuna özendirecek kadar cömerttin. Sana söylenenlerle, sana anlatılanlarla herkesin sırrını bildin ama kimseye bir şey söylemedin. Oysa izin verseydin, benimde sana söylemeyecek ne çok şeyim vardı. İnsanları sadece dinleyerek böyle çıplak, böyle savunmasız bırakmayı nerden öğrendin? Başkalarına ait bunca sırrı taşımak seni neden hiç yormadı?
Sen en çok bana sustun; ben en çok sana konuştum. Sana benzemeye başladığımdaysa, ben de içimi susarak döktüm. Yoksa içim dökülecekti. Susacak hiçbir şeyin kalmadığında ise içindeki sessiz diyaloglarla benden çekip gittin.
Meğer susmak, insanın içiyle konuşmasıymış. Çok geç fark ettim!".