30 Ağustos 2017 Çarşamba

ORTADOĞULULUK NEDİR?

Mümin Sekman, Sosyolog

Ülkemiz Ortadoğulu bir zihniyet tarafından, Ortadoğulu bir üslupla yönetiliyor ve görünen o ki yakında tamamen Ortadoğu’ya dönüşeceğiz.

Ortadoğululuk nedir bilir misiniz?

-Ölümü yüceltip güzel yaşamayı aşağılamak Ortadoğululuktur.
-Dini yüceltip bilime kayıtsız kalmak Ortadoğululuktur.
-Lideri yüceltip, iyi sistem kurmayı aşağılamak Ortadoğululuktur.
-İmanı yüceltip aklı aşağılamak Ortadoğululuktur.
-Duyguları yüceltip mantığı küçümsemek Ortadoğululuktur.
-Müteahhitti yüceltip, mühendisi aşağılamak Ortadoğululuktur.
-Üniversiteleriyle değil, camileriyle gurur duymak Ortadoğululuktur.
-“Alnı secde görüyor” diye, zorba ve hırsız politikacılara oy vermek Ortadoğululuktur.
-İmamları yüceltip, filozofları aşağılamak Ortadoğululuktur.
-Ev kadınlığını yüceltip, kariyer yapan kadını aşağılamak Ortadoğululuktur.
-Kendi çocuklarını Amerika’da okutup, halk çocuklarını imam hatiplere zorlamak Ortadoğululuktur.
-Sözü yüksek olanı değil, sesi yüksek olanı iyi lider sanmak Ortadoğululuktur.
-Kurumsal çözümler üretmek yerine, karizmatik lidere tapmak Ortadoğululuktur.
-Hatasından öğrenmek yerine, onunla duygusal bağ kurup hayatını bataklığa çevirmek Ortadoğululuktur.
-Standart sahibi olmak yerine, düştükçe “beterin beteri var” diye kendini avutmak Ortadoğululuktur.
-Başına gelene katkısını görmek yerine, hep dış güçleri suçlamak Ortadoğululuk.
-Şeytan taşlamaktan ibadet etmeye zaman bulamamak Ortadoğululuktur.
-Kendi hayatında hiçbir başarısı yokken, sürekli atalarıyla övünmek Ortadoğululuktur.
-Sıkılmış bir yumruğun, açık bir elden daha güçlü olduğuna inanmak Ortadoğululuktur.

Yukarıdaki maddelerin birçoğunun dinle ilgili olduğunu görüyorsunuz, neden? 
Çünkü ortalama bir Ortadoğulunun beyninin yüzde 75'i dinle kaplıdır. Bu yüzden diğer şeylere çok az yer kalır.
Onun zihniyetiyle ilgili söylediğiniz her şeyi, dinine saldırı sayar. 
Dinle ilgili olmayan pek fikri olmadığı için, dinini ilgilendirmeyen hiçbir eleştiri yapma şansınız da yoktur! 
Üstünüzü ıslatmadan, elinizle balık yakalamanın imkansızlığı gibi bir şey.
İronik bir şekilde, Ortadoğulular ülkelerinin sıkıcılığından kaçıp, nefes almak için turist olarak Türkiye’ye geliyor. 
Türkiyenin yöneticileri ise gittikçe ülkemizi Ortadoğululaştırıyor.

Birkaç yıldır, yılın yarısını yurt dışında geçiriyorum. 

Yurt dışında, gittiğim en iyi restoranların en iyi yerlerinde hep Arap şeyhlerinin çocuklarının, yanlarında Rus sevgilileriyle oturduğunu görüyorum. 
Kendi ülkelerini modernleştirmek yerine, modern ülkelerde hayatlarını yaşıyor, kendi halklarına da din pazarlıyorlar.
Gidip, bu adamların ülkesinde, “bu adamlar size din merkezli yaşamayı övüyor ama kendileri son derece dünyevi yaşıyor” desem, beni o diktatörlerin polislerinden önce, o yoksul insanlar linç eder. 
Celladına aşık zihniyetteki insanlar için ne yapılabilir ki?

Bu açıklamayı kimseyi ikna etmek için yazmadım. 
Mantığa inanmayan insanların mantıklı argümanlarla değiştirilemeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. 
Bu hayatta, bazıları akılla öğreniyor, bazıları acıyla. 
Maalesef bu coğrafya, acıyla öğrenenlerin coğrafyası.
Benimki, sadece geleceğe dönük bir “ben dememiş miydim” notu. 
Bu topraklarda, her şeyin bir gün anlaşıldığını ama hep geç anlaşıldığını biliyorum. 
Hepsi bir gün neyin ne olduğunu anlarlar, ama hep geç anlarlar!
Azgelişmişlerin kaderi iki kelimede saklıdır: 

İdrak gecikmesi!

Matbaanın 300 yıl geç geldiği bir topluma, mantık da olması gerekenden 30 yıl sonra geliyor. Neyin en mantıklı çözüm olduğuna karar vermeden önce 30 yıl kavga ediliyor!
"Coğrafya kaderdir" der, İbni Haldun, bizim kaderimiz de idrak gecikmesi!

15 Mayıs 2017 Pazartesi

STEFAN ZWEIG KİMDİR, TANIYOR MUYUZ?



Stefan Zweig (stefan tsvayg okunur) maalesef benim daha yeni keşfettiğim bir yazar. Bilinen en iyi biyografi yazarı olmakla ünlü olan S. Zweig'ın sadece bir yazar olarak adını bilirdim ama doğal olarak hiç bir kitabını okumamış olduğum için, hakkında hiç bir fikrim yoktu. Kitaplarını okudukça kişiliğini de merak ettim ve bakın neler öğrendim ve adama sevgi ve saygım kat be kat arttı. "Siz ne düşünürsünüz?" bilemiyorum...



Babası Almanya’da  varlıklı Yahudi bir sanayici olan S. Zweig çok iyi bir eğitim gördü ve 5 dil bilen iyi bir yazar oldu. Nazilerin yakmaya başladıkları ilk kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. 1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye  yerleşti. 


Zweig, 1937'de ilk karısı Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz'e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti ve onunla  1939’da evlendi. Bu arada 1940'ta Avusturya, Alman Reich'ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat ederek İngiliz tabiiyetine girdi. II. Dünya Savaşı sırasında New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a, sonra oradan  Brezilya'ya gitti. Brezilya’da Zweig, gördüğü büyük ilgi nedeniyle ayrıca Nazilerden artık çok uzak oluşunun sağladığı güvenlik duygusuyla, Brezilya’ya sürekli yerleşmeye karar vermişti. Orada 1900’lerin başında "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" adlı otobiyografisini yazdı ki, bu gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.
Ne var ki hem paraca hem de güvenlik açısından hiçbir kişisel sorununun bulunmaması, Zweig’ı İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç atmosferinden bütünüyle uzaklaştırmaya yetmedi. Basından ve Brezilya’ya gelip giden tanıdıklarından savaşın cereyanını ve Nazilerin Avrupa’daki ilerleyişini, bu arada Gestapo’nun tüyler ürpertici cinayetlerini titizlikle izleyen yazar, kendini giderek ağırlaşan bir karamsar atmosfere kaptırdı. Sonunda arkadaşlarına yazdığı mektupta, “Sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı…” diye bir not bıraktı. Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942'de Rio de Janeiro'da, Dünya Savaşı çıktığı ve insanlar birbirini öldürdüğü için, böyle bir dünyayı daha fazla paylaşmaya tahammül edemeyip (karısının da kendisiyle birlikte intihar etmesi için aşırı israrıyla) karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Ölmeden önce, dünya biyografi edebiyatında bir eşi daha olmayan “Montaigne” biyografisini de tamamlamış bulunuyordu.
Latin Amerika’da savaştan epeyce uzakta ve güvenlikteydi. Ama başkaları ölürken, kendini güvende hissetmeye dayanamayacak kadar ilgiliydi başkalarının hayatlarıyla. Bu ilgiyi kendi hayatıyla ödedi. Buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden olduğu sanılıyor. 



Ölmeden önceki son sözleri:
Özgür iradem ve açık bilincimle yaşama veda etmeden önce, son bir görevi mutlaka yerine getirmek istiyorum. Bana ve çalışmalarıma oldukça iyi ve konuksever bir dinlenme ortamı sunan bu harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürler. Her geçen gün bu ülkeyi sevmeyi daha çok öğrendim, dilini konuştuğum ülkenin dünyası çöktükten, manevi yurdum Avrupa kendini yok ettikten sonra, yaşamımı yeniden başka hiçbir yerde kuramazdım. Ama altmış yaşından sonra, yeni bir hayata başlamak için, özel güçlere gereksinim duyuluyor. Bendeki güçlerse yıllardır yersiz yurtsuz dolaşmaktan dolayı tükendi.
Tam zamanında ve elim ayağım tutarken, zihinsel faaliyetleri, her zaman için yeryüzünün en hissedilir sevinci, kişisel özgürlüğü ve en değerli serveti olarak gören bir yaşama son vermeyi, daha doğru buluyorum. Bütün dostlara selam gönderiyorum! 
Uzun bir geceden sonra, yeni bir günün doğduğunu da görecekler! Fazlasıyla sabırsız olan ben, onlardan önce gidiyorum. 
(22 Şubat 1942)


Stefan Zweig’ın 3-4 kitabını okuduktan sonra merak edip hayat hikayesini okudum. Bu kadar tehlikeden uzak iken ve yaşanan acıları istese kolaylıkta görmezden gelip, çoğumuzun yaptığı gibi göz ardı edebilecekken bunu yapmamış. Tüm suçlar, faşizm, katliamlar, demokrasi ve insanlık dışı davranış ve suçlar karşısında (kendinin zerre kadar sorumluluğu olmamasına karşın) duyarlılık hatta suçluluk duyup hayattan nefret edip kopması akıl alacak gibi değil. Aslında ben de çok tarih okuyan biri olarak, tarihte olan akıl dışı vahşet ve haksızlıklar karşısında insanlığımdan utanıp depresyona girdiğim, bazen de uzun zaman çıkamadığım oluyor. Ama bunun yanında esas sorumluların ve suçluların sanki hiç bir sorumluluk ve suçları yokmuş gibi yüzsüzce davranmaları beni çileden çıkartıyor. Peki bu durum değişir mi? Hayır, değişmez. "Bilinen yazılı tarihte okuduğum kadarıyla" 6000 yıldır değişmemiş, önümüzdeki 15-20 yılda mı değişecek? Bir doğal seleksiyon olana kadar bu duruma alışmalıyız, ama kabullenmeden. Sistemin bir parçası, uydusu, çarkı olmayı kabul etmeden…