20 Temmuz 2014 Pazar

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE : GRIGORIY PETROV

BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE kitabını Mayıs 2014'de Finlandiya'ya gitmeden hemen önce okudum. Okuduklarımla gördüklerim daha da pekişti. yaklaşık 150-200 sene önce yaşadıkları sefaletten buralara gelebilmelerini takdir etmemek mümkün değil. Belki de Finlandiya'dan esinlenerek başlatılan köy enstitüleri, "Komünist yetiştiriyor, halkı uyandırıyor, din elden gidiyor, yobazların, köy ağalarının ve zübüklerin gücü azalıyor" diye kapatılmasaydı, belki biz de bir Finlandiya olabilirdik. Babam köy enstitüsü mezunu idi ve köy enstitülerinin eğitim sistemlerini ondan defalarca dinledim ve bu kitapta okuduklarımla bire bir örtüşüyor. Çekecek çilemiz varmış ki bizim eğitim hamlemiz Finlandiya’nın tersine hem yarım kalmış hem de şu anda “hem her sene değiştirilerek, hem de teknik ve pozitif bilimler yerine dini eğitime ağırlık verilerek tepe takla geriye gidiyor. 

Adı geçen kitapta tüm imkansızlıklara, olmayan doğal kaynaklara ve elverişsiz doğa koşullarına karşın, bir avuç yürekli aydının önderliğinde; din adamlarından askerlere, doktorlardan öğretmenlere,  iş adamlarına kadar, her meslekten insanın halkla omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir uygarlık mücadelesi verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Yapıtı büyük yapan, Petrov'un Fin halkını örnek göstererek, kaliteli bir eğitimle, ahlaklı yapılanmayla ve sağlam devlet düzeniyle bir milletin yükselişinin kaçınılmaz olduğunu göstermesidir. Bu sebeple Atatürk bu kitabı, önemi ve Türk milletine yol göstericiliği nedeniyle 1928 yılında dilimize çevirtmiştir. "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" adlı bu eser, Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Savunma Bakanlığı tarafından askerlere tavsiye edilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da öğretmen okullarının mezunlarına birer adet hediye edilmiştir.
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ: Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği gözönüne alınarak, dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra, yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesi ile kurulmuşlar.  Okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80'lik bölümü köylerde yaşıyordu.  1940 yılından başlayarak, şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede Köy Ensititüleri açıldı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.
1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti.
Sonra ne olmuştur: toprak reformuna karşı olan milletvekillerinin CHP’den ayrılması, tutucu ve geri kafalı kesimin baskıları ve şantajları, bu eğitim sisteminin sosyalist eğitim sistemini andırması nedeniyle ABD’nin de telkinleriyle, ilk büyük tavizler İnönü tarafından verilmiş, ardından Demokrat Parti tarafından 1954’de kapatıldı. Sonrasını ise işte hep birlikte görüyoruz: Ne toprak reformu yapılabildi, ne modern ve örgün eğitim sistemi tekrar kurulabildi, ne de özverili ve çalışkan bir öğretmen nesli kaldı. O zamanlar öğretmenlik saygın ve sevilen bir meslekken, giderek “bişey olamadım bari öğretmen olayım diyenlerin mesleği” haline geldi. Sonuç Finlandiya ile Türkiyenin arasındaki uçurum oldu. Bir bataklık ve yoksulluk ülkesi dünyanın en zenginleri arasına girerken, tüm avantajlarına karşın Türkiye Ortadoğu bataklığında iki ileri bir geri çırpınıp durmakta.
Not: Kitabın tam 14 ayrı baskısı var: ben ikisini okudum, birbirlerinden çok farklıydı. İlki 120 sayfa ve çok özetti, pek hoşuma gitmedi. Tam metni okumanızı tavsiye ederim. 
Koridor Yayınları: 
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE : eksiksiz, tam metin...

22 Nisan 2014 Salı

HYPATIA - TARİHDEKİ BİLİNEN İLK KADIN MATEMATİKÇİNİN DRAMI


İskenderiyeli Hypatia (370415) Yunanlı filozof, matematikçi ve astronomdur. Zamanının bilinen tek kadın bilim insanıdır. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiştir. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deneylerle ile açıklamaya çalıştı. Astronomide çoğunlukla yıldızların yükseklik açılarının ölçülmesinde çeşitli problemlerin grafik yöntemlerle gösterilmesinde kullanılan usturlabı da  keşfeden kişidir.

Yaşamı:
Bir matematikçi, astronom ve filozof olan Hypatia, dönemin ünlü matematikçisi Theon'un kızıydı. Hypatia Atina'da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye'ye döner ve İskenderiye Kütüphanesi'ndeki Platon Okulu'nda dersler vermeye başlar. Hypatia bu okulda, içerisinde Hristiyanlık, Paganizm (çok tanrıcılık) ve Musevilik gibi birçok inanca sahip öğrencisine Platon ve Aristo'nun öğretilerini kazandırdı. 

Hıristiyan din adamı Crillo’nun halkı kışkırtmasıyla bağnaz bir dinci grubun saldırısı sonucu işkenceyle derisi yüzülerek  ve parçalanarak  öldürülmüştür. Hypatia’nın ölüm emrini veren Crillo daha sonra Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın hunharca katledildiği  dönem  Pagan  felsefesinin sona erdiği ve Hıristiyanlaşmanın güçlendiği bir süreçtir. Doğa bilimleri ve matematik gibi alanlarda yoğun bir gerileme dönemi bu tarihlerden itibaren başlamıştır.  Aritmetik alanında 13 ciltlik bir yapıtı sözkonusudur. Bununla birlikte kadın olduğu için ne felsefe ne de bilim tarihinde dinin de etkisiyle 1500 yıl boyunca adı belirgin bir şekilde geçmemiştir. 
Hypatia'nın yaşamını konu alan bir film olan "Agora" da o dönemde hristiyanlık yayılırken inanç ve bilimin nasıl çatıştığı, inancın bilime nasıl düşman olup vahşet, acımasızlık, hoşgörüsüzlük ve bağnazlıkla tüm bilim insanlarını ve bilim eserlerini yok ettiğini görüyoruz. Hypatia, kadınlar için konuşmanın bile zor olduğu Hıristiyanlığın  bu en bağnaz döneminde bir kenti etkiledi. Kadın mücadelesi için en önemli figürlerden biri oldu. Ama bilime olan inancı ve cesaretinin bedelini maalesef  canı ile ödedi. Kurtarmaya çalıştığı binlerce bilimsel yazılı kaynak da yok edildi. 

Hypatia'yı ölene kadar savunmuş olan İskenderiye Valisi Orestes ile Hypatia'yı "dinsizlik" ve "şeytanlık" ile suçlayan İskenderiye piskoposu Cyril arasındaki kavga şehir çapında bir provakasyona dönüşür ve olaylar Hypatia'nın 415'de taşlanarak öldürülmesine kadar varır. (Yukarıda sağda Hypatia öldürülmeye götürülürken) 
İnanç yerine aklı ve bilimsel düşünceyi savunduğu için, Dini otoriteye ve Tanrı’ya isyan ettiği gerekçesiyle 45 yaşında uzun işkencelerden sonra, derisi yüzülerek ve vücudu parçalanarak katledildi. Daha sonra Hypatia'nın parçalanmış bedenini alıp Cinaron adındaki bir yerde yaktılar.

Hypatia katledilişinden sonra yaklaşık 1600 sene geçti. Hypatia cinayetinin üzerinden yaklaşık 1600 sene geçti de, Ne değişti? Hala sadece kadın olduğu için öldürülenler yok mu? Aklı ve Bilimi savunduğu için katledilenler? Özgürce konuştuğu için vurulanlar, hapsi boylayanlar?

Yukarıda Sağda Hypatia kilisede çırılçıplak soyulup, taşlanarak öldürülürken... 

Hypatia bilimin ve aklın belki ilk kadın kurbanıydı, erkek egemen din vahşetinin onbinlerce kurbanından sadece biriydi. Tek suçu erkeklerin dünyasında bir kadın olmak, Dincilerin dünyasında akıl ve bilimi savunmak, düşündüğünü özgürce söyleyebilmekti.

Özellikle islam ülkelerinde, Kadınlar hala eziliyor, öldürülüyor, satılıyor, çocuk yaşta evlenmek zorunda bırakılıyor, tecavüze uğruyor. Tüm bunları yapanlar, bu zihniyet  binlerce yıldır hiç değişmeden hala yerinde duruyor. 
Bilim ve din sadece bazı din tüccarlarının maddi çıkarları için çatıştırılarak bilime, insanlığa, gelişmeye ve özgürlüğe de sürekli zarar veriyor. Bundan da farkında olmadan aslında sürekli tüm duyguları ve geleceği sömürülen zavallı halk zarar görüyor. Olanlar ise halkını aydınlatmaya çalışan, bu uğurda kendini, malını ve canını feda eden bilim adamları ve kadınlarına oluyor.