BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE kitabını Mayıs 2014'de
Finlandiya'ya gitmeden hemen önce okudum. Okuduklarımla gördüklerim daha da
pekişti. yaklaşık 150-200 sene önce yaşadıkları sefaletten buralara
gelebilmelerini takdir etmemek mümkün değil. Belki de Finlandiya'dan esinlenerek başlatılan köy enstitüleri, "Komünist
yetiştiriyor, halkı uyandırıyor, din elden gidiyor, yobazların, köy ağalarının
ve zübüklerin gücü azalıyor" diye kapatılmasaydı, belki biz de bir
Finlandiya olabilirdik. Babam köy enstitüsü mezunu idi ve köy enstitülerinin eğitim
sistemlerini ondan defalarca dinledim ve
bu kitapta okuduklarımla bire bir örtüşüyor. Çekecek çilemiz varmış ki bizim eğitim
hamlemiz Finlandiya’nın tersine hem yarım kalmış hem de şu anda “hem her sene
değiştirilerek, hem de teknik ve pozitif bilimler yerine dini eğitime ağırlık
verilerek tepe takla geriye gidiyor.
Adı geçen kitapta tüm imkansızlıklara, olmayan doğal kaynaklara ve elverişsiz doğa koşullarına karşın, bir avuç yürekli aydının önderliğinde; din adamlarından askerlere, doktorlardan öğretmenlere, iş adamlarına kadar, her meslekten insanın halkla omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir uygarlık mücadelesi verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Yapıtı büyük yapan, Petrov'un Fin halkını örnek
göstererek, kaliteli bir eğitimle, ahlaklı yapılanmayla ve sağlam devlet
düzeniyle bir milletin yükselişinin kaçınılmaz olduğunu göstermesidir. Bu
sebeple Atatürk bu kitabı, önemi ve Türk milletine yol göstericiliği nedeniyle 1928
yılında dilimize çevirtmiştir. "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" adlı
bu eser, Cumhuriyetin ilk yıllarında Milli Savunma Bakanlığı tarafından
askerlere tavsiye edilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da öğretmen
okullarının mezunlarına birer adet hediye edilmiştir.
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ: Neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz
olduğu gerçeği gözönüne alınarak, dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî
Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından köylerden ilkokul mezunu
zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra, yeniden köylere giderek
öğretmen olarak çalışmaları düşüncesi ile kurulmuşlar. Okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk
kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80'lik
bölümü köylerde yaşıyordu. 1940 yılından
başlayarak, şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21
bölgede Köy Ensititüleri açıldı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim
verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi
tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım
türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy
enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları,
atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını
içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.
1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla
tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Oluşturulan bağların
miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi,
20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı,
16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama
kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü
çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti. Kapatıldığı 1954
yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy
öğretmeni yetişmişti.
Sonra
ne olmuştur: toprak reformuna karşı olan milletvekillerinin CHP’den ayrılması, tutucu
ve geri kafalı kesimin baskıları ve şantajları, bu eğitim sisteminin sosyalist
eğitim sistemini andırması nedeniyle ABD’nin de telkinleriyle, ilk büyük tavizler İnönü tarafından verilmiş, ardından Demokrat Parti tarafından 1954’de kapatıldı. Sonrasını ise işte hep birlikte görüyoruz: Ne
toprak reformu yapılabildi, ne modern ve örgün eğitim sistemi tekrar
kurulabildi, ne de özverili ve çalışkan bir öğretmen nesli kaldı. O zamanlar öğretmenlik
saygın ve sevilen bir meslekken, giderek “bişey olamadım bari öğretmen olayım
diyenlerin mesleği” haline geldi. Sonuç Finlandiya ile Türkiyenin
arasındaki uçurum oldu. Bir bataklık ve yoksulluk ülkesi dünyanın en
zenginleri arasına girerken, tüm avantajlarına karşın Türkiye Ortadoğu
bataklığında iki ileri bir geri çırpınıp durmakta.