15 Mayıs 2017 Pazartesi

STEFAN ZWEIG KİMDİR, TANIYOR MUYUZ?



Stefan Zweig (stefan tsvayg okunur) maalesef benim daha yeni keşfettiğim bir yazar. Bilinen en iyi biyografi yazarı olmakla ünlü olan S. Zweig'ın sadece bir yazar olarak adını bilirdim ama doğal olarak hiç bir kitabını okumamış olduğum için, hakkında hiç bir fikrim yoktu. Kitaplarını okudukça kişiliğini de merak ettim ve bakın neler öğrendim ve adama sevgi ve saygım kat be kat arttı. "Siz ne düşünürsünüz?" bilemiyorum...



Babası Almanya’da  varlıklı Yahudi bir sanayici olan S. Zweig çok iyi bir eğitim gördü ve 5 dil bilen iyi bir yazar oldu. Nazilerin yakmaya başladıkları ilk kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. 1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye  yerleşti. 


Zweig, 1937'de ilk karısı Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz'e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti ve onunla  1939’da evlendi. Bu arada 1940'ta Avusturya, Alman Reich'ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat ederek İngiliz tabiiyetine girdi. II. Dünya Savaşı sırasında New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a, sonra oradan  Brezilya'ya gitti. Brezilya’da Zweig, gördüğü büyük ilgi nedeniyle ayrıca Nazilerden artık çok uzak oluşunun sağladığı güvenlik duygusuyla, Brezilya’ya sürekli yerleşmeye karar vermişti. Orada 1900’lerin başında "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" adlı otobiyografisini yazdı ki, bu gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.
Ne var ki hem paraca hem de güvenlik açısından hiçbir kişisel sorununun bulunmaması, Zweig’ı İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç atmosferinden bütünüyle uzaklaştırmaya yetmedi. Basından ve Brezilya’ya gelip giden tanıdıklarından savaşın cereyanını ve Nazilerin Avrupa’daki ilerleyişini, bu arada Gestapo’nun tüyler ürpertici cinayetlerini titizlikle izleyen yazar, kendini giderek ağırlaşan bir karamsar atmosfere kaptırdı. Sonunda arkadaşlarına yazdığı mektupta, “Sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı…” diye bir not bıraktı. Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942'de Rio de Janeiro'da, Dünya Savaşı çıktığı ve insanlar birbirini öldürdüğü için, böyle bir dünyayı daha fazla paylaşmaya tahammül edemeyip (karısının da kendisiyle birlikte intihar etmesi için aşırı israrıyla) karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Ölmeden önce, dünya biyografi edebiyatında bir eşi daha olmayan “Montaigne” biyografisini de tamamlamış bulunuyordu.
Latin Amerika’da savaştan epeyce uzakta ve güvenlikteydi. Ama başkaları ölürken, kendini güvende hissetmeye dayanamayacak kadar ilgiliydi başkalarının hayatlarıyla. Bu ilgiyi kendi hayatıyla ödedi. Buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden olduğu sanılıyor. 



Ölmeden önceki son sözleri:
Özgür iradem ve açık bilincimle yaşama veda etmeden önce, son bir görevi mutlaka yerine getirmek istiyorum. Bana ve çalışmalarıma oldukça iyi ve konuksever bir dinlenme ortamı sunan bu harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürler. Her geçen gün bu ülkeyi sevmeyi daha çok öğrendim, dilini konuştuğum ülkenin dünyası çöktükten, manevi yurdum Avrupa kendini yok ettikten sonra, yaşamımı yeniden başka hiçbir yerde kuramazdım. Ama altmış yaşından sonra, yeni bir hayata başlamak için, özel güçlere gereksinim duyuluyor. Bendeki güçlerse yıllardır yersiz yurtsuz dolaşmaktan dolayı tükendi.
Tam zamanında ve elim ayağım tutarken, zihinsel faaliyetleri, her zaman için yeryüzünün en hissedilir sevinci, kişisel özgürlüğü ve en değerli serveti olarak gören bir yaşama son vermeyi, daha doğru buluyorum. Bütün dostlara selam gönderiyorum! 
Uzun bir geceden sonra, yeni bir günün doğduğunu da görecekler! Fazlasıyla sabırsız olan ben, onlardan önce gidiyorum. 
(22 Şubat 1942)


Stefan Zweig’ın 3-4 kitabını okuduktan sonra merak edip hayat hikayesini okudum. Bu kadar tehlikeden uzak iken ve yaşanan acıları istese kolaylıkta görmezden gelip, çoğumuzun yaptığı gibi göz ardı edebilecekken bunu yapmamış. Tüm suçlar, faşizm, katliamlar, demokrasi ve insanlık dışı davranış ve suçlar karşısında (kendinin zerre kadar sorumluluğu olmamasına karşın) duyarlılık hatta suçluluk duyup hayattan nefret edip kopması akıl alacak gibi değil. Aslında ben de çok tarih okuyan biri olarak, tarihte olan akıl dışı vahşet ve haksızlıklar karşısında insanlığımdan utanıp depresyona girdiğim, bazen de uzun zaman çıkamadığım oluyor. Ama bunun yanında esas sorumluların ve suçluların sanki hiç bir sorumluluk ve suçları yokmuş gibi yüzsüzce davranmaları beni çileden çıkartıyor. Peki bu durum değişir mi? Hayır, değişmez. "Bilinen yazılı tarihte okuduğum kadarıyla" 6000 yıldır değişmemiş, önümüzdeki 15-20 yılda mı değişecek? Bir doğal seleksiyon olana kadar bu duruma alışmalıyız, ama kabullenmeden. Sistemin bir parçası, uydusu, çarkı olmayı kabul etmeden…