28 Aralık 2011 Çarşamba

BİR YIL DAHA BİTİYOR

İlk gençlik yıllarımızda, önümüzdeki hayat üzerine düşünürken, tiyatro salonundaki yerini perde açılmadan önce almış, oyunun başlamasını sabırsızlıkla bekleyen, heyecanlı çocuklar gibiyizdir. İleride neler olup biteceğini bilmememiz düpedüz bir lütuftur. Şayet olacakları önceden görebilsek, o çocuklar gözümüze mahkum olmuş tutuklular gibi görünürdü; ölüme değil de hayata mahkum olmuş, ama hükümlerinin ne anlama geldiğinden o ana dek tamamen bihaber tutuklular gibi.




Ama belli yaş dönümlerinde, belli önemli olaylarda ve bir yıl biterken hep dönüp dönüp arkamıza bakarız. Yaşadıklarımızın bir muhasebesini yapmak zorunda hissederiz kendimizi. Gençken belki de henüz muhasebesini yapacağımız kadar çok şey biriktirmediğimizden bunu pek yapmayız, ama yaşımız ilerledikçe giderek daha  da sık yapmaya başlarız. Aşağıdaki şiirde de Murathan Mungan sanırım aynı duyguları ifade ediyor....

Bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru, bu kadar yalın
bu kadar el değmemiş
sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın




bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri
her sonda her başlangıçta ve her defasında
alır gibi bir başkasını karşımıza      
perdeler çekip, ışıklar söndürüp
oturup yatağın içine bir başımıza      
sorgulamak kendimizi

öğrenmek ikizin anadilini, ikinci belleğimizi      
öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
bu aynaların dehlizlerinde gezinirken görürüz
karanlık günlerimizin kenar süslerini 
biterken bir yılın son günleri
biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
gençlik ikindilerini
kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri

II.
bir yıl daha bitiyor
düşlerim, tasarılarım, yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden
bana mı öyle geliyor
yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?


III.      
kırdım mı incittim mi birilerini
kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
kendimi yineledim mi yazdıklarımda?



yeniden düşünmeliyim      
dostluklarımı, ilişkilerimi
dağınık yatağım, mutsuz yatağım      
çoğalttın mı eksiklerimi
gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?


borçlarımı ödedim mi?      
doğru seçtim mi soruların fiillerini?
tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?


geri verdim mi aldıklarımı:
aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları      
kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?


yokladım mı duygularımı
hala sevebiliyor muyum insanları?
ovmalı gümüşlerimi, bakırlarımı, cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları      
saklı tutumalı gelecek inancını, yarınları, eksik etmemeli ağzımızdan      
hançer kıvamındaki karamizah tadını
şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım ........'a


sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama
yeni bir yıla
ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda
bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta...

Murathan  MUNGAN

18 Aralık 2011 Pazar

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜ YOK Kİ KİMSENİN...

Bir aşk veya ilişki için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur. Sen kendini paralarken, o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin. Yaptıklarınla değil yapamadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler de yoktur. Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken, o ise "ama taaa bi zaman, şunu da yapmamıştın" diye cevap verecektir. Ve ne söylersen söyle, karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksın.
Üzülme, için rahat etsin, işte yaşanması gerekeni, yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Sen kazandıklarını hatırla sadece. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın, hatta mutlu oldun. Herkes kendinden sorumludur. Bir insan hayatı eksik yaşıyorsa, tam yaşamayı bilmiyorsa, sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok ki senin. Onun varsa eğer, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi kendinle barışık, yaşamaya devam edeceksin sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil ki. Epeydir okumaya fırsat bulamadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun, unuttun mu? Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu, arkadaşlığı, dostluğu... 
(Nazım Usta'dan tırtıklanmıştır.)
Her zaman doğru, her zaman güncel, binlerce yıl önce de doğruymuş, binlerce yıl sonra da doğru olacak. Okuduğun her kitaba, seyrettiğin her filme veya diziye, etrafında duyduğun, gördüğün, bildiğin, hatta yaşadığın her ilişkiye uyarlayabilirsin. Nietzsche'nin dediği gibi; "hayat hep kendini tekrar eder, sahne aynı kalır, sadece kişiler değişir". Nasıl? Anlamadım!... Nietzsche böyle bi şey dememiş mi? Nasıl yani?... Bence demiştir, demiştir, dememişse bile aklına gelmediğindendir, gelseydi aynen böyle derdi mutlaka...

8 Aralık 2011 Perşembe

Ölmeden Önce Keşfetmeniz Gereken 5 Sır: John Izzo

Bir süre önve okuduğum ve çok etkilendiğim bir kitaptan çıkardığım özeti paylaşmak istedim sizlerle... Umarım sizin de hoşunuza gider...

59-105 yaş arasındaki etraflarında “yaşlı bilge olarak kabul edilen 235 kişiyle” röportaj yapıldı. Berberlerden, öğretmenlere, iş sahiplerine, yazarlara, ev kadınlarına, papazlardan şairlere, kabile şeflerine, Müslümanlardan Budistlere, Hıristiyanlara, Yahudilere ve ateistlere kadar herkeste bu soruya cevap arandı: ölmeden önce hayatta neyi keşfetmeliyiz? Hayatlarının sonuna yaklaşanlar bize hayat hakkında neyi öğretmek zorundalar?
İlk sır: kendinize karşı dürüst olun:
Hayattaki en büyük trajedi bütün hayatınızı, peşinde gittiklerinizin doğru olmadığını görmeye harcamaktır. Kalbimi dinliyor muyum ve kendime karşı dürüst müyüm? Hayatım gerçekten benim için önemli olan şeylere mi odaklanıyor? Dünyada olmak istediğim kişi miyim?
İkinci sır: hiçbir şeyden pişman olmayın:
Pişmanlığın olmadığı bir yaşam, daha fazla risk almak demektir. Hayatta yapmak istediğimiz şeyleri denemeliyiz çünkü denediğimiz için pişman olmayız. Eğer düzeltilmesi gereken bir ilişki varsa, hemen düzeltilmelidir. Sanki zamanınız çok kısaymış gibi yaşamalı. Farzedelim sadece altı ayımız  kaldı. Düşünün ki, bugünden altı ay sonra öleceksiniz. Bu zamandan önce yapmanız gereken beş şey nedir?
İnsanlar altı ay içinde ne yapmaları gerektiğini yazmaya başladıklarında, çoğunlukla düzeltilmesi gereken ilişkilerden bahsederler. İş pişmanlığa gelince bizim için gerekli olan hassas bir nokta vardır. Önce kendimizi bağışlamazsak, başkalarını da bağışlayamayız.


Röportaj yaptığımız ‘’yaşlı bilgeler’’ ile daha az mutlu insanlar arasındaki en belirgin fark şudur: Onlar hayatlarındaki pişmanlıkla baş edebilmişlerdir. En mutlu kişiler hayatlarında huzura ulaşmıştır. Oysa mutsuz kişiler pişmanlıklar üzerinde oturmuş ve fırsatları kaçırmıştır. İkinci sır geride hiçbir pişmanlık bırakmamaktır.

Üçüncü sır: sevgi dolu olun:
Eğer başkalarının mutlu olmasını istiyorsan, şefkat göster. Eğer mutlu olmak istiyorsan şefkatli ol. Hayatlarımızın sonunda, çok az zamanımız kaldığında, özen göstereceğimiz tek şey sevgi olur.
Başkalarının bizi sevmesi üzerinde çok az kontrole sahip olduğumuzdan, sevgi dolu bir kişi olmamızda bütün kontrol bizim elimizdedir. Her nasılsa, sevgi dolu bir insan olursak, insanların öyle ya da böyle bizi seveceğini biliriz. Sevgiyi aramaktansa sevmeye karar verdiğimiz zaman bir dönüşüm olur.
İnsanlar ilk defa bir araya geldiklerinde, karşısındaki kişi hakkında neleri sevdiklerine odaklanırlar. Fakat zamanla insanlar sevdikleri şeylerden çok karşı tarafta onları tedirgin eden şeylere odaklanmaya başlar. Eğer insanlar bunu tersine çevirselerdi, birçok evlilik ve aile daha iyi durumda olacaktı. Büyük bir üniversitenin yaptığı araştırmaya göre evde olumsuz mesajın olumlu mesaja oranı ortalama olarak 14’e 1’dir. Ailede yaptığımız her bir pozitif yorum için, hemen hemen 14 kritik yorum yapıyoruz. Benzer bir araştırma, uzun süreli mutlu evliliklerde ortak olan öğelerden birinin iletişimde olumsuz mesajın olumlu mesaja oranının 7’ye 1 olduğu evlilikler olduğunu göstermektedir.
Dördüncü sır: Anı yaşayın:
‘’Gençken, 60 yıl bir sonsuzluk görülebilir. Fakat yaşadıktan sonra, bunun bir andan öte bir şey olmadığını anlarsınız.’’ Hayata sonsuza kadar sahip olduğumuza inanırız fakat sonra bunun böyle olmadığını anlarız.
Romalı felsefeci Seneca şöyle diyordu: ‘’her günü ayrı bir hayat olarak almalıyız.’’ Her bir gün, varış noktasına giden bir adım olmanın ötesinde varış noktasının kendisidir. Bir gün daha fazla hayatta kalmanın büyük mucizesini anladığımızda ve bu günü israf etmediğimizde ve geçmişi veya geleceği düşünerek bugünü mahvetmediğimizde anı yaşamaya başlarız.
Endişe hiçbir zaman yaranın acısını sizden almaz fakat her zaman bugünün neşesini çalar. Bu hayatın başınıza gelen bir şey olmadığını, sizin hayata nasıl tepki verdiğinizin önemli olduğunu sürekli olarak hatırlatmaktadır.
Beşinci ve son sır aldığınızdan daha fazlasını verin.
Hayattaki en büyük mutluluk aldığımız şeyden değil verdiğimiz şeyden gelir. Bir kişiye onu gelecekte mutluluğun beklediğini ve dışarıda dünyadan alacağı şeyler olduğunu söyleyerek onun hayatta kalmasını sağlayamayız. Ancak, bir kişinin dünyanın ondan ne beklediğini, hayatta yapabileceği bazı iyi şeyler olduğunu görmesine yardım edebilirseniz, o her zaman hayatı seçecektir.
Aldığımızdan daha çok vermenin nedenlerinden biri de mutluluğun ve hayatın anlamından biridir çünkü verdiklerimiz üzerinde hemen hemen büyük bir kontrole sahibiz (fakat aldıklarımız üzerinde hiç kimse kontrole sahip değildir). Her gün, sınırsız bir şekilde verme gücüne sahibiz.
Er ya da geç hiçbir şeyi yanımızda götüremeyeceğinizi fakat arkamızda bir şeyler bırakabileceğimizi anlayacağız. Hayatımıza anlam katan şey kamp yerini bulduğumuzdan daha iyi bıraktığımızı bilmektir.
Mutsuzsanız, başka biri için bir şey yaparak meşgul edin kendinizi. Kendinize yoğunlaşırsanız mutsuzluğunuz sürer ancak başkalarına yardımcı olmaya odaklanırsanız, mutluluğu bulursunuz. Mutluluk hizmet etmekten ve sevmekten gelir.
Mutlu olmak ve iyi yaşamak için beş sır: kendinize karşı dürüst olmak, pişmanlık duymamak, sevgi ile dolmak, anı yaşamak ve aldığınızdan fazlasını vermektir.

20 Kasım 2011 Pazar

HANGİ DİNDEN OLDUĞUN ÖNEMLİ Mİ?

Brezilyalı din bilimci Leonardo Boff ile Dalai Lama arasındaki kısa fakat anlamlı söyleşi.
Bir masa etrafında oturmuş, din ve hürriyet hakkında fikir alışverişinde bulunurken, merak ve biraz da hınzırlık olsun diye Dalai Lama’ya sordum:
Kutsal efendim, sizce en iyi din hangisidir?
“Tibet Budizmi” ya da “Hristiyanlıktan çok daha eski doğu dinleri” demesini beklerken..
Dalai Lama durdu, gülümsedi, ve gözlerimin içine bakarak:
“En iyi din, seni Tanrı’ya en çok yakınlaştırandır. Seni daha iyi bir insan yapan hangi dinse, en iyi din odur!.”
Bu kadar bilge bir cevap karşısında, şaşkınlığımdan kurtulmak için devam ettim:
Daha iyi insan derken?” 
Dedi ki:
Yani daha insaflı,
daha duygusal,
daha sevgi dolu,
daha merhametli,
daha sorumlu,
daha etik kılan din hangisi ise, işte en iyi din odur!
Bir an sessiz kaldım!.... Bugün bile bu bilge ve kaçınılmaz cevabı takdir ve hayranlıkla anımsıyorum :
Dostum, hangi dinden olduğun ya da ne kadar dindar olduğun beni zerre kadar ilgilendirmez...”
Beni ilgilendiren, ailene, işine, çevrene, ve hatta dünyaya karşı duruşundur. Unutma ki evren, senin davranış ve düşüncelerinin yansımasıdır!”
"Aksiyon- reaksiyon kuralı sadece fizikte yoktur. İnsan ilişkileri de bundan etkilenir. İyilik yaparsan iyilik, kötülük yaparsan kötülük bulursun.. Başkaları için ne diliyorsan, kendin için de onu yaratırsın. "
“Mutlu olmak kader değil senin seçeneğindir!!. Gerçeklikten daha iyi hiç bir din yoktur.”
*Alıntıdır.

13 Kasım 2011 Pazar

HAYATIMIN HİKAYESİ.....

Üzülüyorsun, takma diyorlar. Bu işler böyledir diyorlar.

 Kızıyorsun, bunlara değmez diyorlar.

 Boşveriyorsun; gamsız diyorlar.

 Susuyorsun, iki çift laf etsene diyorlar.
 Konuşuyorsun, bunlara muhatap olma diyorlar.
 Çekip gidiyorsun, nereye gidiyorsun, mücadele et diyorlar.

 Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar...
 Bağırıyorsun!!!! sakin ol diyorlar.

 Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz ki diyorlar.
 Dikine gidiyorsun, yaşına başına, sana yakışmadı diyorlar.

 Ölünce ne diyecekler?

 Muhtemelen; ölüm sana yakışmadı.

 Eee normal tabii, dirimizi beğenmediler ki, ölümümü beğensinler...
CAN YÜCEL


Gerçek payı yüksek olan Can Yücel'in yukarıdaki yazısına çeşitli yorumlar yapmak mümkün.  Hepimizin çok iyi bildiği bir gerçek: "insanların kendi kaşını, gözünü, boyunu, posunu beğenmeyebileceği,  ama tartışmasız olarak herkesin kendinde beğendiği tek şeyin kendi aklı olduğu" dur. Bu nedenle de herkesin fikri, düşüncesi ve olayları yorumlaması farklı olacaktır. Evrensel doğrular ve kendi mantığımız dışında kalan,  toplumun düşünce ve yargılamalarına bakarak hayatımızı yönlendirmeye çalışmak, çoğumuzun ve büyük şair Can Yücel gibi devamlı çelişki içinde kalmakla sonuçlanıyor, maalesef !...

25 Ekim 2011 Salı

İSİS İLAHİSİ

İsis İlahisi, İsa'dan Sonra III. ya da IV. Yüzyıl, Nag-Hamadi’de bulunmuştur.

Paulo Coelho'nun “0nbir Dakika” kitabından alıntıdır.

Birinci ve sonuncu olduğum için,
Hem kutsanan, hem aşağılanan benim.
Fahişe ve azizeyim,
Bir erkeğin eşiğim ve bakireyim.
Anneyim ve kızım,
Annemin kollarıyım.
Kısırım ve çocuklarım sayısız,
Evliyim ve bekarım,
Dünyaya getirdim ve hiç doğurmadım,
Doğum sancılarının ilacıyım.
Hem karıyım hem koca,
Ve beni erkeğim yarattı.
Babamın annesiyim,
Kocamın kız kardeşiyim,
Ve o da benim dölümdür.
Bana hep saygı gösterin,
Çünkü ben, hem kepazeyim hem muhteşem…

Bir firavun gibi giyinmiş VII. Kleopatra aşağıdaki kabartmada İsis'e adaklarını sunarken.

İsis Mısır'ın en büyük tanrıçasıdır. Osiris, Nephthys ve Seth'in kardeşidir, Nut ve Geb'in kızları ve çocuk Horus'un annesidir. Aynı zamanda Osiris’in hem kız kardeşi, hem karısıdır (Eski Mısır'da firavunlar tanrıları gibi kız kardeşleriyle evlenirdi). Bazı kaynaklara göre Anubis de İsis ile Osiris'in oğludur.
İsis, tanrılar ile insanoğlu arasında hayati bir bağlantıdır. Firavun, yaşayan Horus olarak onun oğlu olarak kabul edilirdi. Piramit yazıtlarında, İsis'in kutsal memelerinden emzirilen olarak gösterilmiştir. İsis'i genç Horus'u kucağında gösteren çok sayıda heykel ve resim vardır. Horus'u çocukluğu boyunca onu öldürmek isteyen amcası Seth'ten korumuştur. Onun bir gün büyüyüp babasının intikamı alması onun hayatındaki boşluğu doldurmuştur.
Yararlı bir tanrıçadır ve sevgisi tüm yaşayan canlıları kapsayan bir annedir. Ona tapınma Mısır'ın sınırlarının çok ötesinde İngiltere'ye bile yayılmıştır. Klasik yazarların eserleri, O'nu Persephone, Tethys, Athene gibi diğer yabancı tanrılar ile eşleştirmiştir.
  Aslında, erken Hıristiyanlık, O'nun bazı özelliklerini Bakire Meryem'e atfetmiştir. Şevkatli ve koruyucu anne olarak, onun kültüne yakın olan doğu insanlarına İsis çok çekici gelmiştir. Hiç kuşkusuz, birçok Madonna ve çocuk İsa ikonaları, (yandaki resimde görüldüğü gibi) çocuğu Horus'u emziren İsis görüntülerini oldukça çağrıştırır...

16 Ekim 2011 Pazar

TIP ÖĞRENCİLERİNDEN SAĞLIK BAKANLIĞINA AÇIK MEKTUP:

"Tıp Eğitimi Hastayla Olur"
Tıp fakülteleri de, sadece hastaların tedavi edildiği sıradan birer hastane değil, geleceğin hekimlerinin yetiştirildiği eğitim merkezleridir.


26 Ağustos'ta yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname ile hocalarımızın hasta eşliğinde pratik yapmaları; hastaların tanı, teşhis ve tedavilerine katılmaları yasaklanmıştır. Bu, bizim eğitimimizi sekteye uğratan bir karar ve uygulamadır.
Hocalarımız hasta muayene edemediği için, hasta başında almamız gereken eğitim yerine teorik dersler almaktayız. Böyle giderse; hasta muayenesini öğrenmeden, uygulamalarını hocalarımızın gözetimi altında yapmadan mezun olacağız. Nitelikli hekim olamamaktan, bilgi ve tecrübe eksikliğine bağlı hatalar yapmaktan korkmaktayız. Bundan olumsuz etkilenecek olan ise halkımızdır. Unutulmamalıdır ki; bir doktorun yaptığı en ufak hata, bir insanın hayatına mal olabilir.
İstanbul Tıp Fakültesi bu yıl Türkiye'nin en iyi tıp fakültesi seçilmiştir. Bizce bunun sebebi; köklü eğitim geleneğimizden yetişmiş hocalarımızın yıllardan gelen tecrübeleri, dünya çapında kabul gören yayınları ve hepsinden önce sağlığa ve eğitime adanmış hayatları ile fedakar kişilikleridir. Onların bilgi ve tecrübeleri ile harmanlanmış kıymetli fikirleri ve bakış açıları; bizim eğitimimizin, dolayısıyla halkımıza vereceğimiz sağlık hizmetinin niteliğini yükseltmektedir.
Üniversite sınavında iyi bir sonuç aldığımızda İstanbul Tıp Fakültesi'ni tercih etme nedenimiz, bulunduğu şehir ya da binası değildir. Bu fakülteye nitelikli ve başarılı hocalardan eğitim almak amacıyla geldik. Tıp eğitiminin gerektirdiği şekilde; hasta görerek, hasta başında, gerçek birer hekim olarak yetişmek istiyoruz. Hocalarımızın kalitesinden, tecrübelerinden, bakış açılarından faydalanmak istiyoruz. Buna izin verilmemesi ise bizim açımızda oldukça üzücü bir durum.

Tıp fakültelerinin sıradan bir hastane olmadığı, tıp eğitiminin yegâne temeli olduğu bilinmelidir. Şu da akıllardan çıkmamalıdır ki, üniversitenin esas amacı eğitimdir. Üniversitede verilen hizmet, eğitimin kaliteli bir yan ürünüdür.
Tıp fakülteleri de, sadece hastaların tedavi edildiği sıradan birer hastane değil, geleceğin hekimlerinin yetiştirildiği eğitim merkezleridir. Gelecekteki halk sağlığının kaderinin çizildiği yerlerdir. Üstelik böyle iyi hocaları bir arada bulundurmuş kurumların sayısı oldukça azdır. Bu vasıfları ile İstanbul Tıp Fakültesi, Türk tıbbının hazinesidir. Bu hazine dağıtılmamalı, yıpratılmamalıdır.
Düzenleme ve uygulamalarla alakalı "gürültü kopan" diğer "3-5 yer" de tıpkı bizim fakültemiz gibi seçkin birer hastane ve eğitim kurumudur. Bu kurumları üstün yapan da onları kuran ve geliştiren hocalardır. Bu hocaların kaybedilmesi halinde yeni istihdamlar yahut "hastaları yurtdışına göndermek" gibi çözüm önerileri gülünç kalacaktır.
Biz, servislerimizde yatmakta olan hastalarla görüştük. Özellikle kronik hastaların bu durumdan dolayı çok mağdur olduklarını gördük. Önceden, düzenli olarak kontrol ve tedavi oldukları profesörlere; artık muayene olamadıklarını, onlar tarafından tedavi edilemediklerini üzüntü ve çaresizlik ile söylüyorlardı.
Eğitimimiz sırasında muayene veya kontrol sırasında, her bir hastaya 20 dakika ayrılması gerektiğini öğrendik. Bugün, performans sistemi sebebi ile bu süre 2-3 dakikaya indirildi. Sonuçta doktorlar; hastanın yüzüne bakarak konuşmak, dikkatle muayene etmek gibi tıp hizmetinin temel gereklerine uymamakta; bunun yerine çoğunlukla gereksiz olan tetkikler isteyip hem devletimizi hem de hastayı istemeden zarara uğratmaktadırlar.
Bu sorunlar günlük gibi görünse de, uzun vadede; niteliksiz ve eksik yetişmiş hekimler, tedavileri eksik ya da yanlış yapılan hastalar, astronomik sağlık giderlerinden beli bükülmüş bir ekonomiden müteşekkil, bir hüsran tablosu ortaya çıkacaktır.
Biz bu olaylara duyarsız kalmak ve niteliksiz hekim olmak istemiyoruz. Bu nedenle önlüğümüzün üzerine mavi kurdele takıp "Tıp eğitimi hastayla olur" diyoruz.
İstanbul Tıp Fakültesi Öğrencileri (HK)

İYİ İNSAN KİMDİR? KİME İYİ İNSAN DENİLMELİDİR?

İyi insan eline fırsat geçmediği için kötülük yap(a)mayan sünepe insan değildir .

İyi insan eline kötülük yapma ve güveni kötüye kullanma fırsatı geçtiği halde "yakalanmak korkusu ile değil de", toplumu ve karşısındaki bireyi koruma ve yüceltme içgüdüsüne ve asgari insan sevgisine sahip olduğu için kötülük yapmayan insandır .

İyi insan topluma veya bireye zarar verebilecek duygularına, tutkularına, arzularına ve ihtiraslarına gem vurabilen, duygularının esiri olmaktan kurtulabilmiş güçlü insandır. İyi olmak zayıflıkla mümkün değildir. Çok güçlü olmayı gerektirir.

İyi insan güveni suistimal etmeyen, emanete hıyanet etmeyen, kişilerin zayıflığından bencilce istifade etmeye kalkışmayan insandır .

İyi insan kendi yaptıkları etik ve vicdani değerlere uymadığı zaman değerleri esnetmeye, eğip bükmeye, veya yaptıklarını masum şeyler olarak görmeye ve göstermeye çalışmayan ve yanlışları için başkalarını suçlamayan insandır .

İyi insan kendisini kötülüğe sürükleyebilecek süreçleri önceden kestirebilecek ve onlardan kaçınabilecek insandır .

İyi insan herşeye rağmen birilerine zarar verdiğinde hatasını telafi etmek için kendiliğinden gayret gösteren ve kendini affettirebilmek için sonuna kadar çaba sarfedebilen insandır. Örneğin park ederken tamponunu çizdiği aracın sileceğine kartını iliştirip not bırakma inceliğini gösteren insandır .

İyi insan konuşurken insanın gözünün taaa içine bakar, bakışlarını kaçırmaz ! İyi insan söyleyeceklerini açık seçik ve kararlı bir sesle söyler, mırıldanmaz !

İyi insan hem dinler hem de konuşur, susup sadece sizin söylediğinizi dinleyip size kafa sallayarak hak verir gibi yapıp kendi fikrini veya niyetini gizli tutmaz !

İyi insan doğulur mu, yoksa olunur mu ondan tam emin değilim . Ama iyi insan hep kendini geliştirmeye çalışır.


Onun için birisinden bahsedildiğinde, hemen bol keseden ;

- İyi insan !
- İyi çocuk !
- Efendi çocuk !

demeden önce biraz düşünmek gerekir .

Mesela bu konuya din korkusu ile iyi olmayı da ekleyebilirsiniz. Bazı insanlar din korkusu yüzünden "iyi" oluyorlarsa bu da gerçek anlamda iyi olmak değildir. Çünkü bu gerçek iyi insan değil, ceza korkusundan, yada ödül beklentisiyle iyi olmak zorunda kalan insandır... Gerçi din ve Allah korkusuyla bile iyi olmayı beceremeyenleri, hatta din ve Allah adına en büyük haksızlıkları ve kötülükleri yapanları gördükçe, bu tip iyi insanlara bile şükretmek gerekir...
(İnternetten alıntıdır, yazarı bulunamamış, yazı yine biraz bırkalanmıştır.)

9 Ekim 2011 Pazar

İşte tam da bu ölçüyü tutturabilen kadınlar erkeklerin vazgeçilmezi oluyorlar (mış)

Cilveli ama şımarık değil…
1. Öncelikle kendine sahip çıkar. Hayatını dürüstçe kazanır, onurludur, elini açıp beklemez…
2. Erkeği kovalamaz. Ayın, güneşin ya da yıldızların sadece erkeğin etrafında dönmediğini çok iyi bilir.
Cilveli kadın erkeğin peşinden ümitsizce koşmaz ya da onu sürekli kontrol etmez. Çünkü ne yaparsa yapsın kimsenin kimseyi tam kontrol edemeyeceğini iyi bilir. Kısacası dünyasının merkezi yalnızca ilgilendiği erkek değildir.
3. Gizemlidir… Dürüsttür, fakat her şeyini bir anda ifşa etmez. Elindeki kartları ise yüksek sesle açmamayı tercih eder.
4. Erkeği kimi zaman merak içinde bırakması gerektiğini iyi bilir. Onunla her gece buluşamaz çünkü yapması gereken başka işleri de vardır. Cep telefonuna uzun mesajlar atarak sanal bir sevgiliye dönüşmeyi de tercih etmez. Erkek, onu sevgiyle özlemelidir.
5. Yanlış anlaşılmalara asla izin vermez, ancak kırgın olduğunda da kendisiyle iletişim kurulmasını engeller. Kafasını toparladığında ise az ve öz bir şekilde, neden kırgın olduğunu açık yüreklilikle söyler.
6. Zamanın kontrolünü elinde tutar. Hayatındaki erkek ile arasındaki ritmin denetimi sadece onun elindedir. Ancak bunu karşısındakine asla belli etmez.
7. Espri anlayışını sürekli geliştirir. Sahip olduğu mizah anlayışı ile hayatındaki erkeği gülümsetmeyi başarır.
8. Kendine değer verir. İltifat edildiğinde gülümseyerek teşekkür eder. Hayatındaki erkeğin eski ilişkilerini sorgulamaz, kendisininkini de asla sorgulatmaz ve kendini başka kadınlarla kıyaslamaz.
 9. Hayatındaki erkekten öte tutkuları da vardır. Hobileri, arkadaşları, işi ya da ailesi de onun için yaşadığı aşk kadar önemlidir. Ancak hiçbiri bir diğerinin önüne geçmeyecek kadar iyi dengelenmiştir. Hayatındaki erkek o an için yanında bulunmadığında ya da ona zaman ayıramayacak kadar yoğun olduğunda bu duruma içerlemez, çünkü kendini oyalayacak başka meşguliyetleri de vardır.
10. Bedenine özenle yaklaşır. Görünüşünü ve sağlığını önemser. Kendine olan saygısının fiziksel görünümüne de yansıması gerektiğine inanır.
(Biraz alıntı, biraz düzenlemedir)