AVUSTRALYA BAŞBAKANININ SÖZLERİ...
DAHA NE SÖYLESİN ?
Avusturalya Başbakanı Julya KLARK,
Avustralya'da Mursi için yapılan gösteride bir müslüman fanatik göstericiye hitaben aynen şöyle demiş:
Niçin bu kadar mutaassıpsın? Niçin Suudi
Arabistan ya da İran'da oturmuyorsun? Niçin o çok beğendiğin İslam
devletini terk ettin? Siz Allah’ın İslam ile mübarek kıldığını
söylediğiniz devletleri terk ediyorsunuz ve kafir olduğu söylenen memleketlere
göç ediyorsunuz. Hürriyet, adalet, refah, sağlık güvencesi, sosyal güvenlik,
kanun önünde eşitlik, adil çalışma fırsatı, çocuklarınızın geleceği, yorum ve
düşünce hürriyeti için. O halde bize fanatiklik ve nefretten
bahsetmeyin. Biz size kaybettiğiniz her şeyi verdik. Ya bize saygı
duyun, ya da burayı terk edin!
Yukarıdaki sözler ne çok şey
anlatıyor... Resmen haddimizi bildirmiş kadıncağız. Biz İslam dünyası olarak
kendi öz eleştirimizi kendimiz yapmazsak, Avrupa'nın Orta Çağ'da yaptığı
Rönesans'ı bir türlü yapmayıp, inatla ertelersek, yerimizde sayar dururuz.
Sayın Klark'ın da söylediği gibi suçu kendimizde ve kendi dejenere kokuşmuş
sistemimizde aramayıp, onu bunu suçlamaya devam edersek, dini sadece işimize
gelen biçimde yorumlarsak ve dini sadece kendi çıkarlarına göre yorumlayanlara
inanıp, onları başımıza taç yaparsak daha çok acı çekeriz.
İslam'ı temsil ettiğini söyleyenlerin "yolsuzluk,
hırsızlık ve cinayetle" anıldığı günümüzde, ne yazık ki "tekbir
getirerek kafa kesen katiller" de Müslüman olarak tanımlanıyor. Tarihe yön
vermiş bir din, bağlamından kopartılarak kitleleri uyuşturan bir olguya dönüştürülüyor,
İslamiyet adına her türlü ahlaksızlığı görmezden gelen insanlar yaratılıyor.
Bize benzeyen Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde halkın çoğunluğu maalesef dinini, kutsal kitaplardan değil, hocalardan ya da çevresindeki söylemlerden öğreniyor. Bazıları Tanrı sizi seviyor, çok bağışlayıcı derken, çoğunluğu ise Tanrı'nın çok acımasız olduğunu söyleyip, insanları cehennemle korkutuyor. Fazla derin sorular sorulduğunda ise, "İslamiyet felsefe dini değil
teslimiyet dinidir" gibi karşılıklar veriliyor. Tanrı bu aklı niye verdi bize o
zaman, hiç kimseyi ve hiç bir şeyi sorgulamayacaksak?
Her hoca, her cemaat, her mezhep başka bir şey diyor. Üstüne üstlük, kendi söylemleri dışındaki diğer dinleri, mezhep yada inanç farklılıklarını bile dinsizlikle, dinden çıkmakla suçlayıp, "katli vaciptir" noktasına gelebiliyor. Hiç bir gerçek din veya inanç, olur olmaz nedenlerle sırf inanış farklılığından, dolayı kan
dökülmesini istemez. Ama görüyoruz ki tarihteki en büyük katliamlar ve cinayetler hep din ve tanrı adına yapılmış.
Tanrı farklı farklı yaratmışsa
bütün canlı alemi, neden herkesi tek bir kalıba sokmaya çalışsın ki? Neden
herkes tek tip olmak zorunda ki? İnsan önce kendi öz benliğine saygısı olduğu,
insanlığına saygısı olduğu için kimseye zarar vermez, kimseyi incitemez. Yine
edebli, yine ahlaklı, yine insanlara zarar vermeyi düşünmeden yaşayabilir,
yaşamalıdır da. Doğrusu da budur. Bunun aksini söyleyenler, dini inançları ve
halkın zaaflarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı amaç edinmiş din
bezirganlarıdır. Din ve inanç sistemine de zaten en büyük kötülüğü bunlar
yapmaktadır... Aklın yolu bir. Aşağıda Yaşar Nuri Hoca'nın yazdığı, bu konunun
özeti gibi olan ve Bayan Klark'ı haklı çıkaran kısa bir yazısı...