21 Ocak 2016 Perşembe

DOĞRU OLAN MI, YOKSA TOPLUMA UYGUN OLAN MI? BİR KİTAP ANALİZİ: HAYATIN KAYNAĞI - AYN RAND

Sonunda 974 sayfa ve 6 punto, cep kitap formunda yazılmış ama cebe sığmayan Ayn Rand'ın yazdığı "Hayatın Kaynağı"nı bitirebildim. 

Zaman zaman hep düşünmüşüzdür: “Acaba doğru bildiğimi mi yapsam, yoksa benden bekleneni mi?” Ben de dahil ezici çoğunluğumuz bizden bekleneni yapmıştır. Bu nedenle hem biz, hem de bizden beklentisi olanlar mutlu olmuştur veya mutlu olduğunu sanmışızdır. Ama tarihe baktığımızda topluma yön veren veya çağ atlamaya sebep olanlar bizim gibi düşünenler değil, “bizim toplum dışı, garip ya da sıra dışı yani aykırı kişi” olarak adlandırdıklarımızdır. Bu kitabı okuduğumda Howard Roark’a hem kızdım, hem imrendim, hem de kendimi suçladım. Ama şu bir gerçek ki, herkes Howard Roark olamaz. Hepimizin çevreden, eğitimden ve aileden gelen kalıplanmışlıklarımız var. Bunun dışına çıkmayı maalesef pek çoğumuz göze alamaz. Ya da kalıba uygun davranmanın verdiği ödüller ve rahatlık bizi bundan alıkoyar. 


Hayatın Kaynaği Ayn Rand’ın 1943 yılında kaleme aldığı ve 1920-30’ların New York’unda gökdelenlerin yapılma aşamasında geçen olayları anlatan romanı. Kitabın orijinal ismi “Fountainhead”. Hayatın kaynağı Howard Roark adındaki idealist genç bir mimarın hayatını incelemekte. Kendisi, bina dizaynında hüküm süren zevklere sırf çıkarı için boyun eğip, artistik ve kişisel görüşünde uzlaşmaya varmaktansa, karmaşıklık içerisinde çabalayıp kendi doğrusu için savaşmayı göze almış.

Kitabın kahramanı Howard Roark’un kendi doğrularını kabul ettirmedeki sıkıntıların benzerini yazarı Ayn Rand da kitabını yayınlatana kadar yaşamıştır. Kitap 12 yayımcı tarafından reddedilmiş ve sonunda genç bir editör Bobbs-Merrill Şirketine dayatması sonucu yayımlanabilmiştir. Genç editörün şu şekilde bir dayatmada bulunduğu bilinir : “Eğer bu size göre bir kitap değilse, ben de o zaman size göre bir editör değilim.” Tüm olumsuz eleştirilere rağmen kitap yüzbinlerce insan tarafından okunmuştur. Roman, 1949 yılında Gary Cooper’ın başrolde bulunduğu ve planının Rand tarafından kaleme alındığı bir Hollywood filmi olarak da seyirciye ulaşmıştır.


Bizde geçtiğimiz yıl popüler olan “Azra Kohen’in yazdığı Fi, Çi ve Pi adlı seri” ye de ilham vermiş, aynı temayı işleyen bir eser Hayatın Kaynağı…

Kitabın ana fikri aşağıdaki alıntıda gizlidir: 
Kollektif beyin diye bir şey yoktur. Kollektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci... bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. Ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler."

Bir arkadaşımın israrla okumamı tavsiye etmesiyle alıp okuduğum Hayatın Kaynağı gerçekten okunmayı hak eden bir roman. Notum 10 üzerinden 10…  Daha önce neden okumadığıma hayıflandım gerçekten. Bence bütün gençlere ve üniversite öğrencilerine okunması tavsiye edilmeli. Kişisel gelişim ve felsefi konular da içeren bu kitabın tek negatif tarafı çok kalın olması, bu nedenle okuması zaman alıyor, ama değiyor.

Aşağıda bu kitaptan "neden okunması gerektiğini destekleyen” bazı alıntılar bulacaksınız:

Aptallıktan yapılan kötülüğü anlarım. “Cehaletten yapılan kötülüğü de anlarım. Ama bilerek yapılan kötülüğü anlayamam.”

Düşünebildiğin en korkunç tecrübe nedir? Benimki, bir hücrede, silahsız ve savunmasız durumda, salyası akan bir hayvanla birlikte kilitli kalmak, ya da bir hastalık sonucu beyni kalmamış bir manyakla kilitli kalmaktır. O zaman kendi sesinden başka bir şeyin olmaz. Sesin ve düşüncelerin. O yaratığa haykırır, sana neden dokunmaması gerektiğini söylersin; en güzel ve etkili kelimeleri bulursun, gerçeğin ifadesi kesilirsin. Canlı gözlerin sana baktığını görür, ama yaratığın seni duymadığını bilirsin. Ona ulaşamayacağını, hiçbir şekilde ulaşamayacağını, ama onun yine de kıpırdayıp soluk aldığını, karşında kendi ihtiyaçlarına göre hareket ettiğini görürsün.  Dehşet bu işte. Dünyanın karşısındaki de bu. İnsanların arasında, bir yerlerde kol geziyor. O yaratık. Beyni yok, içine kapalı, hiç etkilenmeyen, ama kendi amacı, kendi kurnazlığı olan tek bir şey. Tek bildiğim bu. Onun var olduğu. Amacını bilmiyorum. Ne tür bir şey olduğunu da bilmiyorum.

Bir mimarın kötü bir mimar olduğunu kanıtlayarak onu mahvedemezsin. Ama Tanrı’ya inanmadığı için ya da birisi onu mahkemeye verdiği için ya da bir kadınla yattığı için mahvedebilirsin. Mantığa uymuyor mu diyorsun? Tabi uymuyor. O yüzden sonuç veriyor zaten. Mantığa karşı mantıkla savaşabilirsin. Mantıksızlığa karşı nasıl savaşırsın?

İnsanlar ebediyen kalıcı olmaya nasıl özlem duyarlar, bilirsin. Ama her geçen günle birlikte biraz ölürler. Onlarla karşılaştığında, bir bakarsın, geçen sefer gördüğün insan değil artık. Hatta her saat, kendileri içlerinden bir parçayı öldürürler. Değişirler, inkar ederler, çelişkilere düşerler; bunun adına da büyüme derler. Sonunda geriye hiçbir şey kalmaz. Tersine çevirmedikleri, ihanet etmedikleri hiçbir şey kalmaz. Sanki aslında ortada bir kimlik yokmuş da, şekilsiz bir kitle halinde, parlayıp sönen sıfatlar varmış gibi.

En kanlı savaşlar, ya aynı dinin farklı mezhepleri arasında, ya da aynı ırktan gelme kardeşler arasında çıkan savaşlardır.
Bir dinleyici kitlesinin karşısında, kendini iyi bir hayırsever gibi göstermek kolaydır. Ama kendine yutturamazsın. Kendi egon, en sert yargıçtır. Onlar bundan kaçıyor. Bütün ömürlerini kaçarak geçiriyorlar. Kişisel standartlarına, kişisel başarılarına dayanarak özsaygı duymaktansa, bir hayır derneğine birkaç bin toslayıp kendini soylu saymak, o kadar daha kolay ki!


Hangi ahlak sistemi fedakârlık öğütlüyorsa, sonunda bir süper güç haline gelmiş, milyonları yönetmiştir. Tabii üstünü biraz süslemek gerek. İnsanlara, kendilerini mutlu eden her şeyi feda ettikleri zaman, daha yüce bir mutluluğa ulaşacaklarını söylemek zorundasın. Bu konuda daha fazla açık seçik olman de gerekmez. Koca koca anlamı belirsiz kelimeler kullan. “Evrensel Uyum” “Ebedi Ruh ”İlahi Amaç” “Nirvana” “Cennet” “Irksal Üstünlük” “Proletarya Diktatörlüğü”. Yöntemlerin en eskisi budur. Bu oyun yüzyıllardır oynanıyor, insanlar da hala yutuyor. Oysa sınaması öyle kolay ki! Kendine peygamber diyenlerin ne söylediğine kulak kabart. Eğer fedakârlıktan söz ediyorsa, hemen kaç oradan. 

1 yorum:

Tülay GÜRDAL dedi ki...

Evet aslında insan olmanın getirdiği "düşünme" eyleminde bireysel davranmaktır asıl olan.. ve hani uğruna savaşlar verdiğimiz gerçek anlamdaki özgürlüktür kişilerin toplumsal çıkışları, eleştirileri ve sorgulamaları. Yani kalıplaşmaktan uzak, özgür beyinlerin özgür kararları ve adımları..

Emeğinize sağlık... Saygılarımla Ergün Bey.